Temmuz 2023

 Merhaba leke, iz, kalıntı. Biliyorsun uzun bir yoldayım. Uzun olduğunu düşünüyorum en azından şimdilik. Biraz da yorgunum doğrusunu söylemek gerekirse. Doğrusunu söylemek gerekirse yorgun olmaktan da memnunum. Sen iyi tanırsın yorgun olmayı, ben buraya geldiğimden beri orada duruyorsun, beni anlayacaksındır. Senin için de sakıncası yoksa dinleneceğim. Sen dinleyen olacaksın. Geldiğim yerlerden bahsetmeyeceğim. Gelirken karşılaştığım insanlardan veyahut hadiselerden. Gideceğim yerden de bahsetmeyeceğim zira benim de pek fikrim yok. Bir senedir maruz kalıyorsun ne kadar çabaladığıma. Aslında bütün mesele dinlenmek. Başıma gelmiş ya da gelecek olanlar beni nasıl tanımlıyor bilemiyorum fakat ben onların mesuliyetini üstüme almıyorum. Türlü fenalıklarla içli dışlı olduğu da oluyor insanın, yolculuktur bu ne de olsa. Her türlü rezaleti, edepsizliği, aşırılığı göze almış olmak sana da kendini geri dönülmez bir noktadaymış gibi hissettirmiyor mu? Bundan utanç duymadığı gibi pis bir sevinç bile duyar gibi oluyor insan. Korkma, seni eleştirdiğimden değil. Herhangi bir ithamda da bulunmuyorum sana. Alınmanı gerektirecek bir şey yok. Bir lekeyi anlamak için leke olmak gerek. Ben mesela hala anlayamıyorum seni. Anlamaya da çalıştığım söylenemez aslında. Kusuruma bakma. Seni anlasam da elime bir şey geçmeyecek nasılsa. Sen bütün görünmezliğin ve kendindeliğinle devam edeceksin bir iz olmaya. Ne sen kötü bir lekesin ne de başkaları her neyse o. Sanırım yavaş yavaş bırakıyorum kendimi içerisinde hissettiğim ötekiliğin altında yatan derin anlamı aramayı. İnsanların bir araya gelip topyekûn büyük bir azimle beni yaşananların dışarısında bırakma çabası onlar bunun farkında olmasa bile kusursuz bir birliktelikle yapabildikleri tek şey. Aslında başarabildikleri tek şeyin birini dışarı itebilmiş olmaları ve bu başarılarının farkında olup takdir edebilecek tek kişinin de dışarı ittikleri kişi olması epey trajikomik bir durum. Gezegenin ve türün geleceğine dair kafamda kurguladığım güzel olası devam yolları nasıl benim kavrayış yöntemlerimin dışarısına çıkamıyorsa diğer insanların kendi düşüncelerinde inşa ettiği türlü geleceklere de ben dahil olamıyorum el mahkûm. Onları da artık suçlamıyorum bundan ötürü. Hepimiz kendi kişiselliğimizde farkına varılması gereken, büyük bir şeyin parçası olması gereken veya kendisini kıymetli hissetmesi gereken kişiler olduğumuzdan bunun kimisi için gerçekleşiyorken kimisi için gerçekleşmiyor oluşu bir tür adaletsizlik gibi gözüktüğü kadar denge unsuru da oluşturuyor bence. Bu çarkı yalnızca kaybedenler başarısızlıklarıyla döndürüyor demek istiyorum, anlıyor musun? Şansı yaver gidenler hiçbir şeyin farkında değil. Bilinç yalnızca kaybetmiş olma hissiyatının dönüp arkaya bakma edimini tetikliyor olmasından doğuyor. Çünkü insan yeterince şey duyduğu zaman artık bazılarının tekrarlanması onun kafasında kalıcılık etkisi yaratmaktan ziyade daha da silikleşiyor. Her gün gördüğüm gözler, duyduğum sesler ve dokunduğum tenler benim için artık anlatımı güçlendiren metaforlarla aynı görevi görüyor, ben heyecanla sona ilerlerken yolumu uzatıp benim dikkatimi başka yere çekmeye çalışan bir yazarın oyunlarına dönüşüyor. Varacağım yer nihilist bir çıkarım değil leke, içini boğmak istemem. Daha pasif bir role bürünmem tanrıcılığın kendini göstermeye başlaması da değil. Karamsarlıkla gerçekçilik arasında ince bir çizgi vardır. Üzerinde yürüyor değilim, uzaktan bakıp sınırlarını taakkul etmeye çalışıyorum. Üstüne inşa edebilmem için bir ruh halinden çok daha fazlası olmalı hayatı algılamakta kullanacağım bir yöntem belirleyeceksem. Sadece insanların ben onlarla yakınlaşmaya çalıştıkça nasıl beni bu kadar kendilerinden uzaklaştırabildiklerini düşünmeyi bırakıyorum. Bak, bu insanlar tarafından ciddiye alınması gereken fakat farkında olmayacakları başka bir durumdur.  Eylemsizlik olmayacak başvuracağım yeni yol. Fakat bu zamana kadar korumakta canla ve başla direndiğim inancımın iplerini salıveriyorum artık. Bunun benim için ne kadar korkutucu olduğunu tahmin bile edemezsin. Yokluğunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Yok olup olmayacağını da bilmiyorum belki bu inancı muhafaza etmeye çalışmama gerek de olmadığını fark edeceğimdir, kim bilir. En azından insanın eylemlerini irdelemeyi bıraktığım şu zamana kadar kavradığım bazı şeyler var ki eğer beni onlardan biri olmaya çalışmaya iten inancım kaybolursa ömrümün geri kalanında soyutlanmış bir hayatı yaşamak pek de acı verici olmayacak. İşte buna kötümser bir açıdan bakmaktan başka şansın olmayabilir, üzgünüm. İnsan hem yüce hem aşağılık olanı aynı koşullarda aynı bağlamda arka arkaya ortaya koyabilir. Bir şeyi hem en bencil, ilkel, vahşi dürtüleriyle hem de en içten iyi niyetiyle isteyebilir. Duvar lekeleri için durum nedir bilmiyorum fakat İnsanı makineden ayıran budur. Karmaşık bir formülden, henüz keşfedilmemiş bir doğa yasasından fazlasıdır insan. Asla anlaşılmayacak kadar karmaşık ve karmaşıktan da ötedir. Ortaya koyduklarıyla onu tanımlamaya çalışsak da hiçbir zaman kendisini tam olarak ifade edemez. Bu yüzden belki de insanı anlamak için algılayışını, aktarışını irdelemekte hata ediyoruzdur. Belki de onu anlamaya çalışarak hata ediyoruzdur. Bakarsan insan çoğu zaman kendinden de ötedir. Bu yüzden bireysel meseleler için vakit harcamaktansa daha büyük olanlarına kafa yormalıyız. Kendimizle alakalı olanlar hikayenin bir parçası olmaktan ileri gidebilir mi? Toplumsal olanlar, genelden ortaya çıkıp geneli etkileyenler asıl ciddi olanlardır. Peki kendimizle ilgili olanları boş vererek bütün bu “ciddi” olanlarla ilgilenmek için gerekli motivasyonu nereden bulacağız? Güzel ve doğru olana arzu yaşamanın yakıtıdır. Güzellik alelade karşılaşılabilecek bir manzaradan çok daha fazlasıdır. Güzellik en mükemmel hatlarıyla arzulanan bir istisna halidir. Karşılaşıldığında sırf karşılaşılmış olma durumuna teşekkür ettirecek bir oluştur. Tek yol güzel bulduğun, doğru zannettiğin ne varsa dört elle sarılmak o kadar. Bu çabandan ötürü de seni taktir ediyorum, bütünlüğünü bütün dış etmenlere karşı istikrarlı bir şekilde koruyorsun. Nefes nefese kalıyor bazen insan bir şeyler avucundan kayıp gitmesin diye oradan oraya dönüp dururken. İnsan elindeki her şeyini kaybederse, en azından öyle olduğunu zannederse, elinde olduğunu düşündüğü son şeyi de kaybetmemek uğruna umarsızca mücadele eder. Belki de seni anlıyorumdur, ne dersin? Sen bir şey deme, ben ekleyeyim. Anlamanın etrafında geziniyorum sadece. Bence bu seni tatmin etmeli. Fazlası asla mümkün olmayacak çünkü. Bu birinin bir katile karşı uyarmak için diğerinin arkasından koşması ve diğerinin de bizzat onu katil sanması, bu yüzden bütün iyi niyeti ve inancıyla kendi mahvoluşuna doğru koşmaya devam etmesi gibi bir şey. Çok iyi biliyorsun, insanın artık daha fazlasını yapamadığı bir yer var. İntihar yalnızca ölümün başka bir yol olduğuna inananlar için mümkündür. Yani intihar etmek için hayata olan umudunun tamamen bitmesi yetmez, seni eyleme geçirecek bir başka yer merakının motivasyonu da gereklidir. Hayattan medet umacak halin kalmadıysa ve elde edebileceğin son enerjiyi canına kıymak uğruna harcamanı isteyen bir kıpırtı varsa içinde belki bir ihtimaldir intihar. Peki en az hayat kadar ölümün de makul bir yol olmadığını düşünenler için intihar nedir? Hayatın mevcut yaşanabilirliğinin ne kadar düşük olduğunun, uğrunda birkaç saat bile nefes almaya devam edilebilecek pek fazla şey kalmadığının farkında olduğu kadar ölümün de bundan daha azı ya da fazlası olmadığından emin olan biri için seçenek nedir? Sana bunu sormamalıydım belki de fakat bunun üzerine ne kadar çok düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Ama kendi düşündüklerini düşünme, benim düşünmüş olabileceğim şeyleri düşün. Bir toz öbeğinin veyahut ıslaklığın kalıntısı ne ölçüde yaşayıp ölebilir, buna kendi iradesiyle ne kadar karşı koyabilir, üzerine düşündüğüm bir şey değil. Eski bir minder üstünde kendi köşesinde bağdaş kurmuş oturur halde avcunu göğe açmış, sessizce bazı duaları mırıldanan, belki de son yıllarını yaşayan, yüzü kurumuş bir ceviz yaprağını anımsatan yaşlı bir kadın gibi çaresizce tanrıya inanmanın, üstelik bunu henüz yolun çok başındayken yapmanın ve bir akşam var olmadığına kanaat getirdiğin aşağılık tanrının uğrunda sefil olmuş hayatları düşlemenin bana nasıl bir çaresizlik aşıladığını kavrayabiliyor musun? Bunu düşünmeye çalış. Merak ediyorsundur diye söylüyorum, bu çaresizlik hissi ne benim gözlerimi bağlıyor ne elimi kolumu. Ben hiçbir şeyden emin olmayarak ve hiçbir şeye inanç beslemeyerek her şeye bütün bir kuvvetle kalkışmaya devam ediyorum. Aslında sende ve başkalarında gözlemlediğim, anlayamadığım şey de bu. Nedir bu baştan başlama arzusu? Nedir bu sürekli mevcut ilerleyişten memnun olmama ve hep daha makul olabilirmiş hissiyatı? Nereden geliyor bu insan suyunu kirleten doyumsuzluk? Senin şeklini belirleyen çizgilerinde de bunu hissediyorum. İstenene dışarıdan tanık olanın hırsı, hüznü ve kıskançlığı onun yüreğinde yeşerten nasıl bir zehir olabilir? Zaman durmalı bazen diyorum ve her şeyin mutlak sebebi olduğuna inandıkları tanrı yukarıdan bağırmalı. “Parçası olmadığın bir hikayede bulunmaya çalışıyorsun, defol git! Gördüğün bir güzellik. Ona pis duygular besleme. Gördüğün bir çirkinlikse, haksızlıksa eğer onu düzeltemeyeceksen neye yarar tanık olman? Bunu denemeyecek ve kendini korumak adına kaçacak, saklanacaksan nasıl hak ettiğini düşüneceksin hayallerindekini? Nasıl mutlu olmayı arzulayabileceksin utanmadan?” İşte o zaman tanrıya en çok ben inanırdım. Fakat tapınır mıydım, söz veremem. Bir de insanın bunu kendi türüne yaparken kendisine yakıştıramadığı için yarattığı tanrıları kullanması beni kendi türüme karşı nasıl bir nefrete sürüklüyor, kafanda bir canlandırmaya çalış. Ben insana birer ikişer sinirli değilim leke. A kişisi, B kişisi diye bütün insanları getirsen karşıma hiçbirine öfkem yok. Ben insan fikrine sinirliyim, insan nesnesine kızgınım. Yani diyeceğim o ki leke, ölmek neye yarar? Yaşamak en azından bir şans sunmuyor mu? Ben seni ne yapıp edip silsem o duvardan, denemedim de değil ya. Üstüne bir boya atsaydım var olma direncine karşı yılmayıp, sen elindeki tek kıymetin zorla senden alındığını hissetmez miydin? O kadar aşağılık bir haldeyim ki yaşamdan ne kadar nefret ettiysem etimle kemiğimle, o kadar da ondan başka seçeneğin olmadığını biliyorum. Hayattan, dünyadan, yaşamaktan nefret etmek ve alternatif yollar aramak garip bir şey değil artık. Çirkin bir resmin, kötü bir oyunun içindeyiz. Herkes hemfikir bunda. Bir de onu anlamak var. Birinin başının arkasından sürekli fısıldaması mı gerek, “sakin ol, hallediyorsun, telaşa gerek yok.” Çünkü ben de biliyorum gerçek bir savaşçı sonuna kadar savaşır. Düşüp bayılana ya da biri çekip vurana kadar koşar. Ama bu koşunun sonunun böyle olacağını bilmek bir nebze olsun insanı yavaşlatmaz mı? Neyse ki diyorum bazen, unutmak gibi bir savunma mekanizması geliştirmişiz. Hafızanın bu kadar sınırlı olması insanı biliyor olmanın yıkıcı akıbetinden koruyor. Bir leke olarak sen düşün, benim bütün hallerime tanık olmak ne kadar da yıpratıyordur seni. Hepsini hala hatırlıyor olsaydın, hatta benden öncekileri de, büyük bir acı çekmez miydin? Düşünsene her şeyi yaşandığı an gibi hatırlayıp hissettiğini. Bir de hafızamı güçlendirmeye çalışıyorum. Ne büyük bir küstahlık.

Bütün bunlar aramızda kalsın. Farklı yollarla elimden geleni yapıyorum hala. 




Yorumlar