Mayıs 2023

 


Çok güzel olurdu. Bir kere, gelip geçici olmazdı. Gerçek olurdu. Gündeliğin, düzenin bir parçası olmazdı. Düzenin kendisi olurdu. Etraftaki şeylerden etkilenmez, onları etkilerdi. O kadar güzel olurdu ki, başka hiçbir şeyin güzel olmasına gerek kalmazdı. Cennetten düşmüş bir parça zannederdik. Hatta cennetin kendisi atfederdik. Kendimizi kutsal sayardık. Hatta daha sıkı inanırdık bir gün her şeyin halledilebileceğine. Daha da ileri gidip halledilebilecek her şeyin halledilmiş olduğunu bile hissederdik zaman zaman. Bu kadar acının boşu boşuna çekilmemiş olduğuna emin olurduk. Evet derdik. Artık bugüne kadarki yaşanmamışlıkların vebalini ödüyor bize hayat. Kendi hesabımızı kapatırdık. Birlikte devam etmek dünyanın bütün pisliklerine göğüs germek için yeterli bir bedel olurdu. Başkalarının alacak vereceğine düşerdik. Burada görülmeyen hesabın başka bir yerde görüleceği ihtimaline tutunurduk belki de. Çünkü rastlantısal olamazdı diğer her şeyin üzerinde var olan bir hayat şekli. Hayat şekli diyorum çünkü hayatın bir parçası olmayı bırakır, bir alternatifine dönüşürdük. Ben olmazdık artık, biz olurdu bizim için birinci tekil. Bizim için bene dair ne varsa bize dönüşürdü ve biz de bizi ancak biz olarak ele alırdık. Çünkü bize biz lazımdık. Lazım olmaya da devam ederdik. Mesela göz kırpışlarda milisaniyelik bir özlem duyardık ya da bir başka odaya gidip gelirken acele ederdik. Bizim için halledilecek ne varsa biz hallederdik, hobi olarak başkalarının halledilmesi gerekenlerini bile hallederdik. Kendi sarayımızı temizler, kapımızın önünü temizler, başkalarının harabelerini onarırdık. Bunu birbirimize bakarak yapardık. Biz birbirimize baktıkça bir yerlerde köhne kulübeler saraylara dönüşürdü. Aynı benin bize dönüştüğü gibi dönüşürdü. Gün içinde yeterince birbirimize bakamadığımız ve o köhne kulübeleri saraylara dönüştüremediğimiz için üzülürdük. Keşke derdik hayat daha uzun olsa ve bunun için daha fazla vaktimiz olsa. Üzüldüğümüz zaman birlikte üzülürdük. Daha az ve daha güzel üzülürdük. Çünkü paylaşırdık. Diğer her şeyi paylaştığımız gibi üzüntüleri de paylaşırdık. Tatlı birer akşam aktivitesine dönüşürdü üzüntülerimiz. Sonunda birbirimizi üzüntülerimizden öper, bu tehlikeli hayattan korumak için sarmalardık. Ve dışımızda kalan o tehlikeli hayat bize kıskanç bir şekilde bakardı. Yani her akşam yeni bir zafer kazanırdık. O kadar dik ve kendinden emin yürürdük ki dışarıda; biz artık başardık, alacağımızı aldık, umarım siz de bir gün başarırsınız der gibi. Başkalarına örnek olur gibi yaşardık. Bununla da gurur duyardık. Hindu keşişlerinin senelerce kendilerini aç susuz bırakıp, bütün hazlardan soyutlayarak vardıkları ya da vardıklarını zannettikleri nirvanaya sadece yan yana olarak varmış olmanın gururu olurdu bu. Bu mutlak huzur, bize kimsenin bilmediği bir dinin tek mensupları gibi yaklaşırdı. Her gece Viento ve Cuatro’nun hikayesini yeniden yazardık. Her birinde de kavuşurlardı. Her biri başka bir mutlu sonla biterdi. Aslında bu kadar basit değil tabii ki hiçbir yere ait olmayan iki çocuğun birbirine aitlik hissetmeye başlaması. Bizden öncesi bizi biz yaptı belki, belki buna hazırlık, olgunlaşma süreci demeliyiz. Uykularımız kaçmasaydı bu kadar biz olamazdık, uyurduk sadece. O yüzden teşekkür de ediyorum başımıza gelmiş her türlü musibete. Uykusuzluklarını görmemi ve uykularını getirebilecek inancı bana bahşettikleri için. Sadece seni uykularının kaçgınlığından sevmeme olanak tanıdığı için bile inanabilirim Allah’a. Kahvaltılar daha keyifli olurdu mesela. Çaylar daha taze gelirdi. Sigara daha az içilirdi mesela. Unuturduk bile bazen içmeyi. Daha az yer ama daha çok doyardık mesela. Daha az uyur, uykumuzu daha çok alırdık. Heyecanlanırdık uyanmak için. Uyanıp gerçeği görmek, güzele tekrar tekrar doymak için heyecanlanırdık. Hem de her gün tekrar tekrar. Git gide uzaklaşırdık sıradanlığın sıkıcılığından. Sıradanlığın normalliğinden ayrılır, onun kutsal aynılığına sarılırdık. Hep aynı olmanın eldeki muhteşemliği muhafazasına tapınırdık. Uykudan önce duasına bir cümle daha eklerdik. “Allah’ım, hep böyle kalsın.” Bu duadan önce bir yolculuğumuz olurdu tabii. Her akşam daha güzel bir hayal kurmaya çalışırdık. Sanki seninle bunu yapıyor olmaktan daha güzeli olabilecekmiş gibi. Kendimizi o an kurduğumuz hayalin dünkünden daha güzel olduğuna inandırırdık. Bazen de dünkü daha iyiydi derdik hep daha iyisini kurabiliyor olmamak için. Nasıl olduğunun önemi olmazdı. Biz neye karar verirsek o doğru olurdu. Hayal kurmanın temel anlamı bizim için geçerliliğini yitirirdi tabii, sanki bir hayali yaşar gibiydik. Bazen sırf bunun için bile üzülürdük. Dünyadaki bütün mutluluğu bünyemizde toplamışız gibi gelirdi. Biz neyi görürsek, duyarsak o vardı. Biz vardık çünkü, biz var olunca bizden öte bir şey kalmazdı. Çoğu zaman kelimeler bile anlam yükümüzü karşılamazdı. Yeni sözcükler yaratırdık. Yeni hissiyatlar, tutkular keşfederdik. Ve bunları adlandırmak lazım gelirdi. Kendimize yeni bir dil yaratırdık. Her gün bu dili yeniden öğrenir, yeniden pratik yapardık. Her şeyi yeniden yeniden yeniden yapardık. Daha fazlası yoktu çünkü, olamazdı da. Aklımız yetmezdi daha fazlasını düşleyip, istemeye. Daha fazlasını yüreğimiz almazdı. Biz hep daha azının üstüne inşa etmiştik çünkü bu yaşamanın hakkını verecek hayatı. Bizi artık tek bir şey korkuturdu. Göğüs geremeyeceğimiz, üstesinden gelemeyeceğimiz tek şey. Artık ölmekten korkacak bir duruma gelmiş olurduk. Düşünsene güzelim, bir ölümlünün ulaşabileceği en yüksek mertebedir bu. Çünkü artık yaşıyor olurduk.

 

“Unuturduk büyük yalnızlığını dünyanın.” Ahmet Muhip Dıranas, Kar

“Sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gitmezdik”. Şükrü Erbaş, Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları

“Birlikte bir masala inanırdık.” Birhan Keskin, Taş Parçaları

“Sürüp giderdi ilk öpüşmenin esrikliği.” Ahmet Telli, Soluk Soluğa

“Kuşlardan kuşlar çıkarır, kuşlara kuşlar eklerdik.” Edip Cansever, Çiçekleri Sulasan

“Kendimizin ucunu kenar mahallelere taşırdık.” Didem Madak, Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım

Yorumlar